5 Nisan 2017 Çarşamba

İŞ HUKUKU - İŞE DAVET

İŞE İADE DAVASI YARGILAMASI DEVAM EDERKEN YAPILAN İŞE DAVET




İşverenin işçiyi işe davet edip işe başlatması durumunda, işçi ile işveren arasında yeni bir iş sözleşmesi kurulmuş olur. İşverenin bu daveti samimi olmalıdır, koşula bağlanmamalıdır, işçiye eskisi ile aynı veya daha lehine bir durum yaratacak olmalıdır. Öğretide başkaca görüşler bulunmaktaysa da kanaatimizce isabetli olan görüş; işverenin işçiyi işe davet etmesinin yaptığı feshin geçersizliğini kabul ettiği anlamına gelmektedir.[1]



İşçi işe iade davasından feragat edebileceği gibi, işe iade davasını devam ettirmeyi de tercih edebilir. Davayı devam ettirmesi durumunda mahkemenin nasıl bir karar vereceği hususu tartışmalı olmakla birlikte Yargıtay’ın yeni kararlarında, davacı işine dönse bile açıkça davasından feragat etmedikçe davanın işe iade yönünden konusuz kalıp boşta geçen süre ücreti ve diğer haklarının hüküm altına alınması gerektiğini benimsemektedir. [2]



İşçinin, dava devam ederken işverenin daveti üzerine işe başlaması durumunda davayı takip ederse iade talebi konusuz kalacağından esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilir. Kanaatimce, her ne kadar işçi işe başlamış ise de boşta geçen süreye ait ücret ve diğer hakları için davaya devam etmekteyse bu hususun karara bağlanması hakkaniyetli olacaktır. Çünkü, işçinin işe başlaması davayı tümüyle konusuz bırakmaz.



Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2014/2273 E. 2014/14184 K. Sayılı dosyasıyla verdiği kararda özetle şunu demiştir; Somut uyuşmazlıkta, mahkemece, davacının, davalı işveren tarafından yapılan işe daveti kabul etmeyerek işe iade talebinde samimi olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise de, davalı işveren tarafından dava kabul edilmemiş olup, yargılama devam ederken yapılan işe davet geçerli değildir. Yine davalı tarafından feshin haklı ya da geçerli olduğu da ispat edilememiştir. Bu sebeplerle davacı işçinin işe iade talebinin kabulü gerekirken yanılgılı değerlendirme ile reddine karar verilmesi hatalıdır.[3] Bu karar ile birlikte dava devam ederken işverenin yaptığı işe başlatma davetinin işçi tarafından reddedilmesi durumunda yapılan feshin geçerli hale gelmiş olacağına ilişkin görüş geçerliliğini kaybetmiş olmaktadır.












[1] Süzek s. 575; Akyiğit, İş Güvencesi s.310; Durmuş Özcan, Uygulamalı İş Davaları,s.406


[2] YRG 9. HD 08.07.2003 tarih, 12444/13125 E.K.; YRG 9. HD 02.02.2005 tarih 31715/2889 E.K. ; Durmuş Özcan, Uygulamalı İş Davaları, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013 s.405


[3] www.hukukmedeniyeti.org

4 Nisan 2017 Salı

İŞ HUKUKU - İŞÇİ FAZLA MESAİ ÜCRETİ ALSA BİLE İSTEMİYORSA ÇALIŞTIRILAMAZ

Yargıtay'dan fazla mesai kararı
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, ücreti verilmiş olsa bile 270 saatten fazla yapılan çalışma halinde iş sözleşmesini tek taraflı sonlandıran işçiye, kıdem tazminatının ödeneceğine hükmetti.



Edinilen bilgiye göre, Konya'da bir fabrikada makine bakım ustası olarak çalışan işçi, ücreti ödenmesine rağmen fazla çalıştırıldığı gerekçesiyle iş sözleşmesini tek taraflı feshetti.

İşverenin kıdem tazminatını ödememesi üzerine bu kişi, avukatı aracılığıyla mahkemeye başvurdu.

Konya 1. İş Mahkemesi kararında, iş yerinden gelen bordrolarda fazla çalışma yapıldığının anlaşıldığını belirtti.

Fazla çalışmaların ücretinin ödendiği için işçinin bu durumdan kaçınamayacağı ifade edilen kararda, fazla çalışmaya karşı çıkmayan davacının yazılı muvafakatı olmadığı gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayanmadığı bildirildi.

Mahkeme, iş akdini haksız feshettiği gerekçesiyle davacının kıdem tazminatı hakkı kazanamayacağına hükmetti. Temyiz üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını bozdu.


Yargıtay, bozma kararını şu şekilde açıkladı:

"Davacının, iş sözleşmesini haklı nedenle kendisinin feshettiğini ileri sürerek kıdem tazminatıyla yıllık izin alacağının tahsilini istiyor. Davalı, davacının iş sözleşmesini haksız ve sebepsiz olarak feshettiğini savunuyor. Yasada fazla çalışma süresinin yılda 270 saatten fazla olamayacağı, İş Kanunu'na ilişkin fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma yaptırmak için işçinin yazılı onayının gerektiği, bu onayın her yıl başında işçilerden yazılı olarak alınması gerektiği bildirilmiştir. Somut olayda davacının her yıl için fazla çalışma yapmaya muvafakat ettiğine ilişkin verdiği bir belge bulunmamaktadır. Davacının fazla çalışmaya kaldığı ve ücretini de aldığı gerekçesiyle kıdem tazminatı talebinin reddi hatalıdır." Dedi ve yerel mahkeme de Yargıtay'ın bu kararına uydu.

İŞÇİ FAZLA MESAİ ÜCRETİ ALSA BİLE İSTEMİYORSA ÇALIŞTIRILAMAZ

Böylelikle işçi fazla mesai yaparak, fazla mesaiye zımnen onay vermiş olsa dahi yazılı muvafakati olmadığı sürece fazla çalışmaya kaldığı ve ücretini de aldığı gerekçesiyle işvereninden kıdem tazminatı talep edebilecektir.

İşverenlerin, işyerlerinde fazla mesai yapılıyorsa her yılın başında işçilerinde fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma yaptırmak için yazılı olarak onay alması ve bunu işçinin özlük dosyasında saklamaları gerekmektedir. Aksi takdirde 
ücreti verilmiş olsa bile 270 saatten fazla yapılan çalışma halinde iş sözleşmesini tek taraflı sonlandıran işçiye, kıdem tazminatının ödemek mecburiyeti doğabilecektir.
www.artemishukuk.com

3 Nisan 2017 Pazartesi

AİLE HUKUKU - Aile konutu ve aile konutu şerhi


AİLE KONUTU

Aile konutu eşlerin aile birliğini sürdürmek üzere beraberce seçip, aile olarak hayatlarını idame ettirdikleri konuttur. Türk Medeni Kanunu’nun aile konutu ile ilgili olarak konutun seçimini kocaya tanıyan hükmü değiştirilmiş ve eşlerin beraberce oturacakları ortak konutu birlikte seçmeleri ilkesi getirilmiştir. Bu tamamen evlilik birliği içerisinde eşitliği sağlamak amaçlı yapılmış bir düzenlemedir.

Aile Konutu kaynağını Anayasa md 41’den alan ailenin korunmasını amaçlayan düzenlemelerdendir. Uygulamadaki tecrübeler göstermektedir ki evlilik birliği eşler açısından iyiye gitmediği dönemlerde malik eşler, diğer eşleri cezalandırmak maksadıyla ailenin yaşadığı konutu elden çıkarma girişiminde sıkça bulunmaktadırlar. Aile konutunun önemi ailenin tüm üyelerinin malik olmadıkları halde konuta zilyet bulunmasına yatmaktadır. [1]
Türk Medeni Kanununda genel olarak aileyi korumak amacıyla, özelde ise malik olmayan eşi korumak amacıyla, aile konutu madde 194’te düzenlenmiş olup, madde metni şu şekildedir:

TMK md 194: Eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.

Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hakimin müdahalesini isteyebilir.

Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini (Ek ibare: 6518 S.K. m.44 - yürürlük: 19.2.2014) “tapu müdürlüğünden” isteyebilir.

Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı haline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur.

Bu düzenleme ile, aile konutuyla ilgili hukuki işlemler söz konusu olduğunda eşlerden her biri diğer eşin açık rızasına muhtaçtır. Açık rıza verilmedikçe, eşlerden biri tek başına konutun maliki dahi olsa, aile konutu ile ilgili işlem yapamaz.
Aile Konutu şerhi tapu kaydına konulmuş olmasa dahi eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Bu sebeple sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğu için değil zaten var olduğu için getirilmiştir.[2] 

TMK 194 hükmünde aranan diğer eşin rızası birlikte hak sahipliğinden kaynaklanan bir katılma hakkı olarak açıklanmaktadır. [3] Katılma hakkı aile konutu ile ilgili tüm hukuki işlemler için değil sadece hak sahibi eşin iyiniyetli olmayan, aile konutunun kaybedilmesine neden olabilecek hukuki işlemleri için kabul edilmiştir. [4] Bu nedenle kendisine haklı sebep olmaksızın rıza verilmeyen eş hakimin müdahalesini isteyebilmektedir. (TMK 189/2)

Kural olarak aile konutunun tekliği esastır. Ancak aile konutunda bulunması gereken unsurların bulunması şartıyla aile tarafından birden fazla konutun aile konutu olarak özgülenmesine yasal bir engel bulunmamaktadır. Yani yasa tarafından aile konutu sayı olarak sınırlandırılmış değildir. Ancak uygulamada ikincil nitelikte konutlar (yazlık, dağ evi karavan, gibi) aile konutu olarak kabul edilmemektedir. Bazı görüşler ikincil konutların duruma göre değerlendirilmesi gerektiğini ve durum gerektiriyorsa aile konutu sayılabilmesinin mümkün olabileceğini savunmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu verdiği 28.09.2011 gün 2011/2-447,556 sayılı kararında yurtdışında yaşayan bir ailenin Türkiye’ye geldiğinde kullandığı tek konutunu aile konutu olarak kabul etmiştir.

Boşanma halinde evlilik birliği sona erdiği için ve dolayısıyla aile konutu özelliği kaybolduğu için TMK 194 hükmü ile sağlanan koruma kendiliğinden ortadan kalkar.


AV.BURCU ASLANTÜRK
www.artemishukuk.com

[1] Acabey Beşir: Evlilik Birliğinde Yasal Mal Rejim, İzmir 1998 s62-63, ve Mustafa Kırmızı, Aile Hukuku Davaları, Bilge 1. Baskı 2016 Ankara s296.
[2] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 15.05.2015, 2013/2-2306-2015/1356
[3] Şıpka,Şükran, Aile Konutu İle İlgili İşlemlerde Diğer Eşin Rızası, Beta, 2. Baskı 2004 İstanbul, s138. Ve Mustafa Kırmızı, Aile Hukuku Davaları, Bilge 1. Baskı 2016 Ankara s289.
[4] Mustafa Kırmızı, Aile Hukuku Davaları, Bilge 1. Baskı 2016 Ankara s289.