22 Aralık 2016 Perşembe

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI - MAKUL SÜREDE YARGILANMA



www.artemishukuk.net

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi

Karar Tarihi: 24/11/2016 


ÖZET: Başvurucu tarafından 8/9/2000 tarihinde Niğde İş Mahkemesinde açılan iş kazası nedeniyle uğranılan zararların tazmini istemli davada İlk Derece Mahkemesinin 16/1/2013 tarihli hükmü ile dava kısmen kabul edilmiş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 22/10/2013 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma üzerine yargılama Niğde 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi Sıfatıyla) yürütülmüş, 16/9/2014 tarihli karar ile dava kısmen kabul edilmiş, temyiz incelemesi sonucu bu karar Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 8/9/2015 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir.

KARAR: Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan iş mahkemeleri nezdinde açılan davalarda yargılama süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın açıldığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır. İş mahkemeleri nezdinde görülen davalarda yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda on beş yıllık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Başvurucu manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 26.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.


Açıklanan gerekçelerle; makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul süre yargılanma hakkının ihlal edildiğine, Başvurucuya net 26.000 TL manevi tazminat ödenmesine 24/11/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

19 Aralık 2016 Pazartesi

MİRAS HUKUKU - VASİYETNAME YAPARKEN DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR



                                                                www.artemishukuk.net

Vasiyetname Yapabilme Şartları Nelerdir?

Vasiyetname, bir kimsenin ölümünden sonra malvarlığı hakkındaki isteklerini ifade eden bir ölüme bağlı tasarruf olup bizim Medeni Yasamızda belirlenmiş olan ;
  1. RESMİ VASİYETMAME
  2. EL YAZISI İLE VASİYETNAME
  3. SÖZLÜ VASİYETAME

Olarak üç çeşidi bulunmaktadır. Vasiyetname yapabilmek için belli şartların bulunması gerekmektedir. Bunlardan ilki, vasiyetname yapacak kişinin ayırt etme gücüne sahip olmasının gerekmesidir. Yani vasiyetname yapacak kişinin vasiyetname yapma ehliyetine sahip olması gerekir. Ancak ehliyetsiz kişilerin yaptığı vasiyetnameler kendiliğinden batıl olmaz. Bu vasiyetnamenin iptali için dava açıp geçersiz hale getirilmesi gerekir. Vasiyetnameyi yapan kimsenin vasiyetname yapabilmek için gerekli fiil ehliyetine sahip olup olmadığı vasiyetnamenin düzenlendiği tarih itibariyle belirlenmelidir. Vasiyetname yapabilmek için gerekli bir diğer şart ise vasiyetname yapacak kişinin 15 yaşını doldurmuş olmasının gerekmesidir. Vasiyetnamenin bizzat yapılması gerekmekle birlikte ayırt etme gücüne sahip küçük ya da kısıtlı tek başına vasiyetname yapabilir. Kendisine yasal danışman atanan kişi, yasal danışmanının oyunu almadan vasiyetname yapabilir. Ancak vasiyetname kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğundan küçüğün ya da kısıtlının yasal temsilcisi tarafından yapılamaz.

MİRAS SÖZLEŞMESİ YAPABİLME ŞARTLARI NELERDİR?


Miras sözleşmesi yapabilmek için yine ayırt etme gücüne sahip olmak, ergin olmak ve kısıtlı olmamak gerekir. Miras sözleşmesi yapmak da tıpkı vasiyetname gibi şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğundan vesayet altındaki kişilerin miras bırakan sıfatıyla miras sözleşmesi yapabilmesi imkansızdır. Mirasbırakan adına yasal temsilcisi de miras sözleşmesine taraf olamaz.

Buna karşın miras sözleşmesinin karşı tarafı açısından genel fiil ehliyeti kuralları uygulanır. Vesayet altına alınmış olan karşı tarafın miras sözleşmesi yapabilmesi için vesayet makamının izninden sonra denetim makamının da izninin alınması gerekir. Sınırlı ehliyetliler yönünden bir sınırlama yoktur.

ÖLÜME BAĞLI TASARRUFLARIN İPTALİ SEBEPLERİ NELERDİR ?


Mirasbırakanın; yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama etkisi altında yaptığı ölüme bağlı tasarruf geçersizdir. Fakat mirasbırakan yanıldığını veya aldatıldığını öğrendiği ya da korkutma veya zorlamanın etkisinden kurtulduğu günden başlayarak 1 yıl içinde tsarrufundan dönmediği takdirde tasarruf geçerli sayılır. Ölüme bağlı tasarrufta kişinin veya şeyin belirtilmesinde açık yanılma halinde mirasbırakanın gerçek arzusu kesin olarak tespit edilebilirse, tasarruf bu arzuya göre düzeltilir. Medeni Yasamızda, ölüme bağlı tasarrufların iptali sebepleri ;
  • EHLİYETSİZLİK
  • İRADE SAKATLIĞI
  • YANILMA
  • ALDATMA
  • KORKUTMA VEYA ZORLAMA
  • HUKUKA VE AHLAKA AYKIRILIK
  • ŞEKİL EKSİKLİĞİ

Olarak belirtilmiştir. Geçerlilik sebeplerinin biri nedeniyle sakat olan ölüme bağlı tasarruf kendiliğinden geçersiz hale gelmez. Bu tür bir ölüme bağlı tasarrufu hükümsüz kılmak için, hak düşürücü süre içinde iptal davası açılması gerekmektedir. Bütün ölüme bağlı tasarruflar ve dolayısıyla miras sözleşmeleri de iptal davasının konusunu oluşturabilirler. Mahkemece verilen iptal kararı geriye etkili sonuç doğurur ve sadece tarafları arasında hüküm ifade eder. İptal davası, tasarrufun iptal edilmesinde menfaati olan yasal veya iradi mirasçı ya da vasiyet alacaklısı tarafından açılır. Vasiyeti yerine getirme görevlisi, mirasbırakanın veya mirasçılarının alacaklıları veya borçluları iptal davası açma hakkına sahip değildir. İptal davası, iptali istenen ölüme bağlı tasarrufla miras hukukuna ilişkşn yarar elde eden kişilere karşı açılır. Vasiyeti yerine getirme görevlisi iptal davası davacısı olamazsa da kendisine görev veren ölüme bağlı tasarrufa dair açılan davada davalı konumunda olur. Vasiyetname ile vakıf kurulması söz konusu ise bu vasiyetnamenin iptali davasında Vakıflar İdaresinin yararı olduğundan davanın Vakıflar Genel Müdürlüğüne yöneltilmesi gerekir.

İPTAL DAVASINDA SÜRE NEDİR ?


İptal davası açma hakkı, davacının ölüme bağlı tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak 1 yıl ve her halde vasiyetnamelerde vasiyetnamenin açıldığı tarhinin, diğer tasarruflarda ise mirasın geçmesi tarihinin üzerinden iyi niyetli davalılara karşı 10 yıl, kötü niyetli davalılara karşı 20 yıl geçmekle düşer. Bu süreler hak düşürücü süreler olup mahkemece kendiliğinden göz önüne alınır, zamanaşımının durması ve kesilmesine ilişkin hükümler uygulanmaz.

Ölüme bağlı tasarrufun geçersizliği, tenkis davasında da def’i yoluyla her zaman ileri sürülebilir. Hak düşürücü sürenin başlangıcında vasiyetnamelerde açılma anı, miras sözleşmelerinde mirasbırakanın ölüm anı esas alınır. Yirmi yıllık süre, 1 ve 5 yıllık süreyi de kapsadığından 1 yıllık sürelerin geçmesinden sonra kötü niyetli olma halinde 20 yıllık süre uygulanmayacaktır.

YETKİLİ VE GÖREVLİ MAHKEME HANGİSİDİR ?


Ölüme bağlı tasarrufların iptaline ilişkin davalarda yetkili mahkeme, mirasbırakanın son ikametgahı mahkemesidir. Görevli mahkeme ise Asliye Hukuk Mahkemesidir.

İptal davasının sonucunda, iptale ilişkin sebep yeterli ve haklı bulunursa mahkemece bir iptal kararı verilir. Mahkeme, iptal sebebiyle bağlıdır. İptal kararı, tasarrufu yapıldığı andan itibaren ortadan kaldırır. İptal kararı sadece davacı ve davalı için bağlayıcı kesin hüküm oluşturur. Tarafların dışındakileri etkilemez. Ölüme bağlı tasarrufun tamamının değil de bir bölümünün iptali istenmişse iptal kararı yalnızca istenen bölümü ortadan kaldırır, diğer bölümler geçerliliğini kourmaya devam eder. Ancak bu halde iptal edilen kısmın, miras bırakan için ölüme bağlı tasarrufun onsuz olmaz bölümünü oluşturmaması gerekir. İptal sebebi ehliyetsizlik veya şekil eksikliğine dayanıyorsa ölüme bağlı tasarrfunun tümünün iptaline karar verilmesi gerekir. İptal davasının sebebi, vasiyetname ile kendilerine, eşlerine veya hısımlarına kazandırma yapılanların tasarrufun düzenlenmesine katılmalarından dolayı oluşan sakatlığa dayanıyorsa tasarrufun tümü değil sadece kazandırmalarla ilgili kısım iptal edilir. Eğer kazandırmanın tamamı vasiyetnameye katılana yapılan kazandırmadan ibaretse vasiyetnamenin tamamı iptal edilecektir.

AV. EBRU ŞAHİN 

14 Aralık 2016 Çarşamba

AİLE HUKUKU - ALDATAN EŞLE BİRLİKTE OLAN KİŞİNİN TAZMİNAT SORUMLULUĞU

                                                               www.artemishukuk.net

ALDATAN EŞLE BİRLİKTE OLAN KİŞİNİN TAZMİNAT SORUMLULUĞU VAR MIDIR? 

               Medeni Yasamızın boşanmaya ilişkin sebepleri düzenlediği hükümlerde ‘zina ya da sadakatsizlik’ bir diğer adıyla aldatma, en ağır kusurlu haller arasında sayılmıştır. Bu hüküm esasen yine M.K. 185. Maddesinde belirtilen : ‘Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur, Eşler birlikte yaşamak, birbirlerine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar’ şeklindeki ifadesinde gerçek anlamını bulmaktadır. Medeni Yasanın 174. Maddede ise, ‘Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir’ demektedir. Tüm bu hükümlere bakıldığında, Medeni Yasada eşlerin birbirlerine ve evlilik birliğine karşı yükümlülükleri ile bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde ortaya çıkan boşanma halinde oluşacak sonuçların ve kusursuz eşin kişilik haklarının zarar uğraması halinde diğer eşten talep edebileceklerinin neler olduğunun da belirlendiği görülmektedir. Zina, sadakatszilik yada toplumda en bilinen ismiyle aldatma, boşanmaya yol açan, diğer eşin duygusal dünyasında en ağır yıkımı oluşturan eylemdir. İşte bu durumda Medeni Yasamız aldatılan kusursuz eşe aldatan eşten manevi tazminat isteyebilme hakkını vermiştir.

Peki aldatan eşle birlikte olan, onun sadakatsizlik eylemini gerçekleştirmesinde birebir etkisi olan kadın ya da erkek 3. Kişiye karşı aldatılan eşin kişilik haklarının saldırıya uğramasından dolayı manevi tazminat talep etme hakkı olabilir mi? 

Aldatmanın geçmiş yıllara oranla arttığı, aile birliğinin korunmasına dair ödev ve yükümlülüklerin eşler tarafından bu derece ihlal edildiği bu dönemde belki de binlerce eşin ilgilendiren bir konudur.

T.B.K. 149 Maddesinde : ‘Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiili ile başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür’. Yine T.B.K. 58. Maddesinde :’Kişilik hakları hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir’ demektedir. Belirtmiş olduğumuz bu hükümlere bakıldığında aldatılan kusursuz eşin kişilik haklarına saldırı oluşturduğu gerekçesiyle diğer eşten manevi tazminta talep edebildiği gibi aldatan eşle birlikte olan kadın ya da erkek 3. Kişiden de yine aynı gerekçeyle manevi tazminat talep edebileceğini akla getirmekteyse de Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2015 yılında almış olduğu yeni bir kararla şimdilik mümkün görünmemektedir.

Y. H.G.K.’nun 24.03.2010 Tarihli, 2010/4129 Esas ve 2010/173 Karar sayılı kararında ise : ‘evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin eylemi de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur. Sonuç itibariyle davalının, davacının eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğinin tarafların ve mahkemenin kabulünde olmasına göre; davalının sorumluluğu ahlaka ve adaba aykırılık nedeniyle gerçekleşen haksız fiilden kaynaklanmakta, dava da yasal dayanağını haksız fiile ilişkin hükümlerden almaktadır’ diyerek 3. Kişinin aldatılan eşe karşı manevi tazminat sorumluluğunu haksız fiil hükümleri kapsamında kabul etmiştir

Nitekim, Y. 4. Hukuk Dairesinin 12.05.2014 Tarihli, 2013/13062 Esas ve 2014/7611 Karar sayılı kararı da bu yöndedir. Bahse konu Yargıtay kararları, aldatan eş ile duygusal ya da cinsel birliktelik yaşayan kadın ya da erkeğin bu davranışının haksız fiil ve kişilik haklarına saldırı niteliğini taşıdığından dolayı manevi tazminattan aldatan eşle birlikte sorumlu olduğunu kabul etmiştir.

Ancak Y. 4. Hukuk Dairesinin 11.06.2015 Tarihli, 2014/8510 Esas, 2015/7762 Karar Sayılı kararında bu konudaki görüş değişmiş ve sadakat yükümlülüğünü evlilik birliğinin tarafı olan aldatan eşin ihlal ettiğini, aldatan eş ile duygusal ya da cinsel birliktelik yaşayan 3. Kişinin eyleminin ise doğrudan doğruya aldatılan eşin bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik, kişilik haklarına saldırı niteliğinde hukuka aykırı bir fiil oluşturmadığına; bu nedenle aldatılan eşin manevi tazminat talebine hukuksal hasım olamayacağına karar vermiştir. Y. 4. H.D.’si bu kararı ile aldatışan eşin manevi tazminat talebini kabul eden yerel mahkeme kararını bozmuş ancak yerel mahkeme davanın kabulüne ilişkin kararında direnmiş ve dosya bu konuda son kararın verilecği Hukuk Genel Kurulunun önüne gitmiştir.


AV. EBRU ŞAHİN

12 Aralık 2016 Pazartesi

İŞ HUKUKU - FAZLA MESAİ ÜCRETLERİ

www.artemishukuk.net

FAZLA MESAİ NEDİR?


İş Kanunu 41.Madde

"...kanunda yazılı koşullar çerçevesinde haftalık 45 saati aşan çalışmalardır…" şeklinde fazla çalışmayı tanımlamıştır.

Fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma yaptırmak için çalışanın yazılı onayının alınması gerekir.Yönetmelik uyarınca işveren tarafından bu onay her yılbaşında çalışanlardan yazılı olarak alınması ve çalışanın özlük dosyasında saklanması gereklidir.

Çalışanın fazla çalışma yapmaya onay vermemesi halinde ise, çalışan fazla çalışma yapmaya zorlanamaz. Ancak çalışanın bu onayı vermesine rağmen, yasal sınırı aşmayan fazla çalışmaya gelmemesi devamsızlık kapsamında sayılır.

İş Kanunu fazla çalışmayı üç şekilde düzenlemiştir. Bunları kısaca açıklayalım;

1. Genel sebeplerle yapılan fazla çalışma,
Ülkenin genel yararı yahut işin niteliği ve üretimin arttırılması gibi nedenlere dayalı olarak ve belirli koşullar altında, yapılan çalışmadır. İşçinin onayı gerekir.

2. Zorunlu sebeplerle yapılan fazla çalışma,
Bir arızanın mümkün görülmesi halinde, yahut makineler veya araç ve gereçler için hemen yapılması gereken acele işlerde, yahut zorlayıcı sebeplerin ortaya çıkmasında, ancak işyerinin normal çalışmasını sağlayacak dereceyi aşmamak koşulu ile fazla çalışma yapılabilir. Çalışanın onayı gerekmez.

3. Olağanüstü sebeplerle yapılan fazla çalışma,
İlke olarak işçinin ve işverenin istek ve iradesi dışında, Bakanlar Kurulu tarafından yurt savunmasının gereklerini karşılayan iş yerlerinde uygulanan fazla çalışmadır. Çalışanın onayı gerekmez.

FAZLA ÇALIŞMA ÜCRETİ


Fazla çalışma durumunda, her bir saat çalışma için verilecek ücret, normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının %50 yükseltilmesi suretiyle hesaplanır.

Çalışma süresi ve fazla çalışma belirlenirken, ara dinlenmelerinin çalışma süresinden düşülerek fiili çalışmanın belirlenmesi gerekir. Bu kapsamda, haftalık 45 saati aşan süreler için %50 zamlı ücret ödenmekle birlikte, haftalık 45 saati aşmamasına rağmen gece süresinde 7.5 saati aşan veya gündüz süresinde 11 saati aşan çalışmalar içinde %50 oranında ilave ücreti ödenmesi gerekir.

Serbest Zaman Düzenlemesi

Fazla çalışma yapan çalışan isterse, bu çalışmalar karşılığı zamlı ücret yerine, fazla çalıştığı her saat karşılığında 1,5 saati, serbest zaman olarak kullanabilir.
Serbest zaman kullanımı çalışanın talebine bağlıdır. Serbest zamanın, fazla çalışmanın geçekleşmesini takip eden altı ay içinde, çalışma sürelerinde ve ücretinde kesinti olmadan çalışana kullandırılması gerekir.

Kimlere Fazla Çalışma Yaptırılamaz?

Mevzuatımızda 18 yaşını doldurmamış çalışanlara fazla çalışma yaptırılması yasaklanmıştır. Bunun yanı sıra, hamile ve emzirme izni kullanan çalışanlara fazla çalışma yaptırılamaz.
Ayrıca mahiyeti ve düzenlenme kapsamı itibariyle kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalıştırılan kişilere de fazla çalışma yaptırılması mümkün değildir.

Fazla çalışmayı kabul etmiş olsa bile, çalışanın sağlığının fazla çalışma yapmaya elvermediği, çalışan tarafından doktor raporu ile belgelenmesi halinde fazla çalışma yaptırılamaz.

Üst Düzey Yöneticiler; Genel olarak işyerinde üst düzey konumda çalışanların, görev ve sorumluluklarının gerektirdiği ücretinin ödenmesi durumunda, ayrıca fazla çalışma ücretine hak kazanamayacakları kabul edilmektedir. Yöneticiye işveren tarafından fazla çalışma yapması için açık bir direktif verilmemesi ve çalışma saatlerini kendisinin belirlemesi durumunda üst düzey yöneticinin fazla mesai ücreti talep edemeyeceği kabul edilmektedir. Ancak, kendisinin çalışma gün ve saatlerini belirlemediği ve yıllık 270 saatlik yasal sınırı aşan çalışmaları için fazla çalışma ücreti talep hakkı bulunduğu kabul edilmektedir.

Fazla Çalışma Yapılmasının Yasal Sınırı Nedir?

İş Kanununun 41.maddesi bu konuyu düzenlemiştir: “fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda 270 saatten fazla olamaz’’
Ancak bu sınırlamaya rağmen çalışanın daha fazla çalıştırılması halinde, bu çalışmalarının karşılığı olan fazla çalışma ücretinin de ödenmesi gerekir.Bu hükmün amacı çalışanı korumaktır.

Fazla Çalışmanın İspatı Nasıl Olur?

Fazla çalışma yaptığını iddia eden, iddiasını ispatla yükümlüdür.
Fazla çalışmanın ispatı açısından tanık beyanları, işyeri kayıtları, işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, kart sistemleri işyeri yazışmaları, iş programları delil olarak kullanılabilir.
Ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödemesi bulunmakta ve bordrolar çalışan tarafından çekincesiz imzalanmış ise veya bordro tahakkukları banka kanalıyla ödenmekte ve yine çalışan tarafından çekince ileri sürmeksizin ödemeler alınmış ise, çalışanın bordroda görünenden daha fazla çalışma yaptığını ancak yazılı belge ile kanıtlaması gerekmektedir.
Fazla çalışmanın tanık anlatımları yerine, yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda, indirim yapılmamaktadır.

Denkleştirme nedir?

Fazla çalışılan iş haftaları ile daha az sürelerle çalışılan haftalar denkleştirilerek çalışılması gereken toplam normal süre aşılmadan çalışma saatlerinin düzenmesidir.
Yani, çalışan ve işveren tarafların muhakkak yazılı anlaşması ile haftalık normal çalışma süresi, işyerinde haftanın çalışılan günlerine günde 11 saati aşmamak koşuluyla farklı şekilde dağıtıldığında denkleştirme yapılmış olur.
Günlük çalışma süresi olan 11 saat aşılmamak kaydıyla yapılan denkleştirmelerde fazla çalışma söz konusu olmaz. Ancak 11 saatlik süreyi aşan çalışmaların denkleştirmeye tabi olmaz, fazla mesai ücreti ya da serbest zaman kullanma hakkı söz konusu olur.

Zamanaşımı Nedir?

Fazla çalışma ücreti alacağı, ücret nev’i alacak olduğundan fazla çalışma ücretine hak kazanıldığı tarihten itibaren başlamak üzere, beş yıllık zaman aşımına tabidir.



AV. BURCU ASLANTÜRK



11 Aralık 2016 Pazar

MİRAS HUKUKU - MİRAS PAYLARININ DEVRİ




MİRAS PAYLARININ MİRASÇILAR TARAFINDAN DEVRİ MÜMKÜN MÜDÜR?


Mirasbırakanın sağlığında onun ileride mirasçısı olacak kişilerin müstakbel miras payını devretmesi ile mirasbırakanın ölümünden sonra fakat paylaştırmadan önce intikal etmiş miras payının devri çok sık karşılaşılan sorunlardandır

Açılmamış miras payının devri, bir kişinin henüz kendisine mirasçı olacağı kimse yaşıyorken ileride doğacak miras hakkını şimdiden devretmesini kanunumuz kabul etmemiştir.  Medeni Kanunun 678. Maddesine göre: bir kimsenin sağlığında, ileride mirasçısı olabilecek kişilerden birinin diğer bir mirasçıyla ya da üçüncü kişilerle yaptığı, gelecekteki mirası hakkındaki sözleşmeler, kendisinin katılımı ve onayı bulunmadıkça geçersiz olacaktır.

Eğer mirasbırakan bu sözleşmeye katılır veya izin verirse ancak bu şartla henüz açılmamış miras payının devri sözleşmesi geçerli olacaktır. Mirasbırakan bu onayı devir sözleşmesinden sonra da verebilir. Bu onaya ilişkin irade beyanı bir şekle de tabi değildir. Ancak yazılı olarak verilmesi ispat kolaylığı açısından önem taşımaktadır. Şayet mirasbırakan tarafından bu onay verilmemişse, miras devri sözleşmesi devreden ile devralan arasında bile geçersiz sayılacak ve miras açıldıktan sonra dahi onları hukuken yükümlülük altına sokmayacaktır.

ŞEKİL ŞARTI:

Miras payını devreden ile bu payı devralan arasındaki devir sözleşmesi, eğer ikisi de bu sözleşme yapıldığı sırada mirasçı adayı ise adi yazılı şekilde, devralan o sırada mirasçı olamayacak bir konumda ise noterde düzenleme şeklinde yapılması geçerliliği bakımından yeterlidir. İleride doğacak miras malvarlığı arasında taşınmaz mallar bulunsa dahi devreden ve devralan mirasçılar arasında adi yazılı şekilde yapılması yeterlidir.

Ancak adi yazılı şekilde ya da noterde düzenleme şeklinde yapılan her iki sözleşme de mirasbırakan bu sözleşmeye katılarak veya dışarıdan onay vermiş olmasına rağmen devralan tarafı mirasın açılmasında külli halef mirasçı kılamaz, ona sadece devredene yönelik olarak açılan mirastan devreden mirasçının elde ettiği hakları kendisine geçirmesini isteme konusunda bir alacak hakkı kazandırır.

Eğer devir sözleşmesi miras sözleşmesi şeklinde resmi şekilde yapılırsa ve mirasbırakan da işleme katılmışsa; payını devreden bakımından mirastan feragat sözleşmesi ve mirasçı atama şeklinde bir miras sözleşmesi söz konusu olacak bu sözleşme ile mirasbırakanın ölümü ve mirasın açılması üzerine devreden mirasçı sıfatını kazanamayacak, devralan onun payı kadar olmak üzere mirasçılık sıfatına sahip olacaktır.

Mirasın paylaşılması tamamlanıncaya kadar mirasçılığa bağlı her türlü hak payı devralan tarafından kullanılacaktır. Açılmamış miras payının devri sözleşmesi mirasbırakanın katılması ve izni olmadığı için yada taraflar arasında gereken şekilde yapılmadığı için geçersiz ise bu sözleşmeye göre verilen şeyler sebepsiz zenginleşme kuralları uyarınca geri istenebilir.

Mirasın açılması halinde ise mirasın paylaşımının tamamlanmasına kadar, mirasçıların tereke üzerinde birbirinden bağımsız hakları olmayıp tereke üzerinde elbirliği halinde hak sahibidirler. Elbirliği halinde hak sahipliği elbirliği halinde maliklere üzerinde tasarruf edebilecekleri paylar sağlamaz.

Medeni Kanun 677. Hükmünde, mirasçılar arasında yapılacak devirlerin adi yazılı şekilde yapılacağı açıkça belirtilmiştir. Eğer miras payı devri ivazsız yani karşılıksız ise bu devirden karşılıksız yararlanan tarafın sözleşmeyi imzalamasına gerek de yoktur.  Yalnızca payını devredenin imzalamış olması yeterlidir.

Tapu sicilinde resmi senet düzenlenmeksizin payı devralanın tüm tereke üzerindeki miras payı arttığı oranda terekedeki taşınmazlar üzerindeki miras payı da artacaktır. Bir mirasçı tüm miras payını devredebileceği gibi miras payının br kısmını da bir başksına devredebilir. Bir mirasçının, mirasçı olmayan bir 3. Kişiyle yapacağı sözleşmelerin noterde düzenleme şeklinde yapılması gerekmektedir. Ancak mirasçı olmayan bir kişiyle yapılan devir sözleşmesi gerçek bir miras hakkı devri olmayıp sadece devralana şahsi bir talep hakkı sağlamaktadır.

Miras payının devri sözleşmesi, terekedeki mallar üzerinde mevcut ayni ve şahsi hakların münferit devrine yönelik olmayıp mirasçılık sıfatına bağlı hakların devrini konu aldığından terekedeki münferit bazı malların miras payının devri sözleşmesine konu olmaması gerekirse de Yargıtay, mirasçılar arasında yapılması koşuluyla bu tür sözleşmelerin geçerli olacağını kabul etmiştir.

Buna göre henüz paylaşılmamış ve elbirliği hallinde mülkiyete tabi bir miras ortaklığında, mirasçılardan birinin belli bir tereke malı üzerindeki miras payını başka bir mirasçıya devri mümkündür. Miras payının devri sözleşmesi mirasçılar arasında yapıldığında devredenin miras payı derhal devir oranında azalır ve devralanın miras payı artar. Eğer tüm miras payını devretmişse miras ortaklığından çıkar. Ancak payını devreden mirasçının, mirasbırakanın alacaklılarına karşı tereke borçlarından 5 sene süreyle müteselsilen sorumluluğu devam eder.

Medeni Kanunun 677/2. Maddesi ise mirasçının miras payını, mirasçı olmayan bir kişiye devrinin ayni etki yaratmayacağını,sadece devir alacaklısının mirasın paylaştırılması üzerine devredene düşen kısmı isteme konusunda bir alacak hakkı kazanacağını düzenlemiştir. Mirasçılardan biri bu şekilde payını mirasçı olmayan kişiye devretmek üzere noterde sözleşme yaptığında devralan sadece devredene karşı ileri sürebileceği bir şahsi hak kazanacağından paylaştırmaya katılamayacak, tenkis, denkleştirme ve miras sebebiyle istihkak davaları açamayacaktır.

Pay devrine ilişkin noterde düzenlenen sözleşmede bunun aksinin kararlaştırılması da mümkün değildir. Ancak devreden mirasçı, belli bir süre içinde mirasın paylaştırılmasını sağlamayı yükümlenmişse, devralan bu yükümlülüğünü yerine getirmesini ondan talep edebilir. Bunun yanı sıra bir mirasçıya düşen payı devralan ve haczeden yahut o mirasçı aleyhine aciz vesikası alan alacaklı, hakimden bu mirasçının yerine paylaşmaya katılmak üzere bir kayyım atamasını isteyebilir.

Paylaştırma tamamlanıp miras payını devreden mirasçıya düşen tereke unsurları onun mülkiyetine geçtikten sonra, payı devralan devir sözleşmesinin ifasını taleple dava edebilir ve devralana düşen mal varlığı unsurları arasında taşınmazlar bulunsa bile noterde düzenleme şeklinde yapılmış devir sözleşmesine dayanarak tescile zorlama davası açabilir ve hakim mülkiyetin geçmesine yönelik karar verir.

Açılmış bir mirastaki pay ayni hak oluşturacak şekilde rehin konusu yapılamaz.


Av. EBRU ŞAHİN 

10 Aralık 2016 Cumartesi

AİLE HUKUKU - BOŞANMA

www.artemishukuk.net

BOŞANMA DAVASINDA 

TEMEL KURALLAR




Boşanma davası açılırken dayanılabilecek sebepler kanunda sayılıdır. Bunlar;

  • ·       Zina
  • ·       Hayata kast
  • ·       Pek kötü veya onur kırıcı davranış
  • ·       Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme
  • ·       Terk
  • ·       Akıl hastalığı
  • ·       Evlilik birliğinin sarsılması
Boşanma davası açılırken yukarıdaki nedenlerden sadece birinde dayanılabileceği gibi birden çok nedene de dayanılabilir.

Bu nedenlerden terk, zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış sebepleri mutlak boşanma nedenidir. Yani bu demektir ki bu sebeplerin evliliğe etkisi araştırılmayacaktır, gerçekleşmiş olması boşanmak için yeterlidir.
Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme, akıl hastalığı ve evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenleri ise nisbi boşanma sebepleri olup, bu sebeplerin gerçekleşmiş olması boşanmak için yeterli olmayıp, evlilik birliğine etkisi araştırılarak boşanmaya karar verilecektir. Yani araştırılacak olan husus, bu üç nedenden dolayı ortak hayatın diğer eş için çekilmez hale gelip gelmediğidir.

İspat nasıl yapılır?
Boşanma davasını açan birey öne sürdüğü hukuki boşanma nedenini mahkeme huzurunda kanıtlamalıdır, yani ispat yükü boşanma davasını açan tarafın üzerindedir. Davaya dayanak yapılmış olan hukuki nedenin gerçekleştiği ispatlanamazsa boşanma davası reddolunacaktır.
Boşanma davası açan kişilerin ispat aracı olarak hangi argümanları kullanabileceği doğru tespit edilmelidir. Her argüman delil olarak kullanılamayacağı gibi, bazı argümanların kullanılması cezai müeyyideye sebep olabilmektedir.

Delil sayılabilecek unsurlar neler olabilir?
Boşanma davasının mahiyetine ve davada gösterilen hukuki sebebe bağlı olarak değişecektir. Genel olarak boşanma davasında tarafların; tanık anlatımları, taraflarla ilgili mahkeme ilamları veya süren mahkeme dosyaları, GSM operatörü kayıtları, fotoğraflar, sosyal medya paylaşımları, …. vb delilleri dosyaya sundukları görülmektedir.

Boşanma davasının en önemli delili tanık beyanı olmakla birlikte, tanık beyanları hakimi bağlayıcı değildir. Tarafların annesi, babası, kardeşi, arkadaşı, komşusu, herkes tanık olarak gösterilebilir. Dikkat edilmesi gereken konu, taraf mahkemeye adını bildirdiği tanığını dinletmekten sonradan vazgeçebilir fakat dosyaya sonradan yeni bir tanık ismi bildiremez. Yani tanık isimleri süresinde ve eksiksiz olarak mahkemeye bildirilmelidir.

Eşlerden biri hakkında devam eden soruşturma ya da dava dosyası delil olarak kullanılabilir. Mesela; eşin, diğer eşe uyguladığı şiddet dolayısıyla açılmış olan dava delil olarak mahkemede kullanılabileceği gibi, eşin yüz kızartıcı bir suçtan hüküm giymiş olması durumunda bu karar da mahkemeye delil olarak sunulabilir.

GSM kayıtlarından kasıt, tarafların adına kayıtlı telefonla yaptıkları konuşmaların geçmişe dönük içerikleri değil; hangi tarihte, ne kadar süre, hangi numara ile konuşulduğu ya da mesajlaşıldığı bilgisi ile sınırlıdır. GSM operatörleri mesaj içeriklerini ve konuşma içeriklerini kayır altına alamazlar. Bu kanunen mümkün değildir. Whats up konuşma geçmişi de doğruluğu bilirkişi raporu ile ispatlandığı takdirde geçerli bir delil olabilecektir.

Kişinin kullandığı sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlar davada delil olarak kullanılabilir. Burada delil kullanılacak dökümanlarda kişinin rızası ile paylaşımını yapmış olması gerekir. Gizlice elde edilen şifre ile ulaşılan konuşmalar hukuka aykırı delil olacaktır ve geçerli olmayacağı gibi cezai yaptırımı da söz konusu olabilecektir.

Fotoğraf ve kamera kaydı delilleri de önemli olan deliller içerisinde olmakla birlikte, kamuya açık alanda ya da kişinin rızası ve bilgisi dahilinde elde edilmiş olması geçerli bir delil olabilmesi için gerekli hususlardır.

Burada değinmek gerekir ki; boşanma davasında kullanılmak istenen delillere ilişkin olarak dikkat edilmesi gereken husus, bu delillerin hukuka uygun yollarla elde edilmiş olmasıdır.  Hukuka uygun şekilde elde edilmemiş olan deliller mahkemede geçerli olmayacağı gibi bu delili sunan kişiye cezai soruşturma da başlatılabilecektir. Mesela; eşin otel odası içerisinde görüntülerinin bilgisi dışında kamera kaydı yapılması, eşin konuşmasının rızası ve bilgisi olmaksızın gizlice kayıt altına alınması, eşin sosyal medya hesaplarının şifresinin kırılarak buradan bilgiler elde edilmesi hukuka aykırı elde edilen delillere örnek verilebilir.

AV. BURCU ASLANTÜRK